Dua ve Meditasyon
“Dua Tanrı ile konuşmaktır, meditasyon O’nu dinlemektir.” Demiş
Buddha.
“Dua, Arapça bir
kelime olup çağırmak,
birisine mesaj vermek, onunla irtibat kurmak manalarına gelir. Özel kullanımı esas
alındığında ise, kulun Allah'a yalvarması, halini arzetmesi, içini dökmesi,
ihtiyaçlarını dile getirmesi demektir.
Dua günümüzde sadece beş vakit namazın
veya belli bir kısım ibadetlerin sonuna sıkıştırılarak küçültülmüştür. Öncelikle dua, imanın en önemli
göstergelerinden birisidir. Duâ, Allah ile kul arasında
kuvvetli bir bağdır. Başka bir ifade ile, kulun düşüncesinin Rabb'e arz edilmesi şeklidir duâ. Kul
erişemeyeceği ve iktidarıyla elde edemeyeceği her şeyini, mutlak iktidar sahibi
olan Kadîr-i Mutlak'tan ister; işte bu isteğin adıdır duâ. O, helezonlar
hâlinde kuldan Rabb'e yücelen tatlı bir nağmedir...
Duâ imanın en berrak bir göstergesi olduğu
gibi aynı zamanda kulluktur, ibadettir. Hatta Peygamber Efendimizin (asm)
beyanıyla ibadetin özüdür o. Duâ Rabb'e dönüş ve yönelişin adıdır. Yine duâ,
kuldan Rabb'e yükselen kulluk nişanı, Rab'den kula inen rahmet simgesidir.”
Dua ederek Allah’tan isteklerde bulunuruz. Akıl sağlığı,
beden sağlığı ve ruh sağlığı isteriz. Sıkıntıya düştüğümüzde, hastalandığımızda,
bir kazaya karıştığımızda, bir yakınımızı kaybettiğimizde, işimizi
kaybettiğimizde ve daha birçok durumda Allah’a sığınır ve O’na yakarırız.
“Kur’an-Kerim’de Yüce Allah "Kâinatta hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allah'ı tesbih etmesin,
Onu anmasın, O’na dua etmesin. Fakat siz onların bu tesbihlerini, zikirlerini,
dualarını anlamazsınız.
Yine Peygamberimiz (asm) hayvanların kendi
dillerince Allah'ı andığını söyler. Evet Allah'tan korkan taşlar, insanları
seven dağlar, Allah'ı zikreden canlı veya cansız mahluklar. Müminin kainata
bakışı budur. Biz bu mahlukatın dillerini anlasaydık fırtınalı denizin "Ya Celil, Ya Celil" diye zikrettiğini
duyacaktık. Dillerini anlasaydık, kedilerin "Ya Rahim, Ya Rahim" diye dua ettiğini işitecektik. Yani sözün
kısası sadece insanlar dua etmez. Bütün mevcudat, bütün varlık
kendi dilinde dua eder."
Dua bir ibadet olduğuna
göre, onun sadece ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak gayesiyle yapılması
gerekir. Bunun için insan âcizliğini, yalnızlığını ve
çaresizliğini bütün ruhuyla hissedip kendisine yardımcı olacak, korkulardan,
endişelerden kurtaracak yegâne zatın Allah olduğunu düşünerek ellerini semaya kaldırmalıdır.
O Yaratıcı sonsuz bir kudret, bir rahmet ve bir hikmet sahibidir. Bütün kâinat
Onun eseridir ve Onun izni olmadan yaprak bile kıpırdayamaz. Bütün kemal
sıfatların sahibi olan Cenab-ı Hak, buna karşılık bütün noksan sıfatlardan
münezzehtir. Yarattığı canlı-cansız bütün varlıkları sayısız nimetlerle
donatmış, onların üstünde insanı en yüksek bir mevki ile şereflendirmiştir.
Bunun için Cenab-ı Hak sonsuz hamd ve senâya layıktır. Zaten varlıkların
yaratılış maksadı da hamd, tesbih, tekbirle Ona kulluk etmek değil midir? İşte
dua bundan dolayı ehemmiyet taşımaktadır.
Dualarımızın bazıları gerçekleşir, bazıları uzun bir zaman
sonra gerçekleşir, diğerleri de hiçbir zaman gerçekleşmez. Hiç düşündünüz mü? Allah
neden her dua mızı kabul etmez ve istediğimizi gerçekleştirmez. Bazı duaların
kabul edilmesinde, diğerlerinin kabul edilmemesinde hikmetler vardır.
Her dua kabul olur mu?
Her ettiğimiz dua
kabul olunmuyor. Oysa âyet-i kerimede “Bana dua edin, size cevap vereyim”
buyuruluyor? Bunun sebebi nedir?
Dua meselesinde
iki ifade vardır; biri cevap, diğeri de kabul. Yani ettiğimiz her duaya Cenab-ı
Hakk'ın cevap vermesi ayrıdır, kabul etmesi ayrıdır. Allah her duaya cevap
verir. Fakat her zaman istenen şeyin aynısını vermez. Çünkü hikmeti bunu
gerektirmektedir.
Bu durum, doktor
çocuk misaline benzer. Şöyle ki: Doktora götürülen çocuk muayenehanede bir ilâç
görür, hemen onu ister. O ilâcın hastalığına iyi geleceğini sanır. Doktor
muayene eder. Hastalığı teşhis ettikten sonra, ya çocuğun istediği ilâcı verir,
ya başka bir ilâç verir, yahut gerek görmez, hiç ilâç yazmaz.
İşte Cenab-ı Hak her yerde hazır ve
nâzırdır. İnsanın yaptığı her duayı işitir ve cevap verir. Fakat insanı
insandan daha çok düşündüğünden, derdini ve asıl ihtiyacını iyi bildiğinden;
neyin hayrına, neyin zararına olacağını ezelî ilim ve hikmetiyle bildiğinden,
insanın istediğinin aynısını verebildiği gibi, bazan daha iyisini verir, bazan
da zararlı olacağından hiç vermez. Bunun için insanın, “Allah, benim her
istediğimi vermiyor” demeye hakkı yoktur.
Meditasyona
gelirsek. Meditasyon Buddha’nın dediği gibi Allah’ı dinlemektir. Meditasyon ile
zihnin gevezeliği susturulur. Düşünceler bastırılır. Kişi kendine yani Öz’üne
iner. Allah bu Öz’de her an mevcuttur. Kendi Öz’üne erişen insan Allah’ın
mesajlarını duyar. Şöyle bir benzetme yaparsak, Allah fısıltıyla konuşur. Düşüncelerinizi
ne kadar susturursanız O’nu o kadar iyi duyarsınız. Kendi Öz’ünüze dönerseniz,
ilahi alandan bilgi alırsınız. Meditasyondan çıktıktan sonra, düşünceleriniz
çok daha netleşir, keskinleşir. Daha doğru seçimler yapar daha doğru kararlar
verirsiniz.
Meditasyonda
zihninize belli belirsiz gelen dualarınız istekleriniz Allah’a daha çabuk
ulaşır. Ancak dualarınızın kabul edilip edilmeyeceği Allah’ın takdirindedir. O bizim
için en hayırlısını en iyi bilendir. Biz bilmeyiz.
[Galip Turpan]