23 Ocak 2020

Tanrı Parçacığı – Higgs Bozon’unun Keşfi

23 Ocak 2020, 15:06
Ankara


Merhaba değerli okuyucularım. Bugün size iki hafta kadar önce konuşmalarını izlemeye başladığım bana göre çok değerli, çok gelişmiş bir zihne ve bilgiye sahip Hintli mistik ve düşünür Sadhguru’nun Tanrı Parçacığı (Higgs Bozon) hakkındaki konuşmasının tercümesini aşağıda sunacağım. Bu konuşma atom altı parçacıklar ve quantum fizikçilerin eleştirel yorumundan çok modern bilimin madde ve enerjiye yaklaşımının eleştirisidir. İki haftadır izlediğim konuşmaları içinde beni en çok etkileyen ve benim düşüncelerimle örtüşen bu son konuşmasını sizlerle hemen paylaşmak için içimde büyük bir heyecan duydum. Öğrendiğim değerli bilgileri kendime saklamak yerine paylaşmayı hayat felsefesi edinmiş biriyim. Sadhguru’nun aşağıdaki konuşmasının mümkün olduğunca çok sayıda insana ulaşmasını çok önemsiyorum. Çünkü Dünya gezegeninde yaşayan milyarlarca insanın sevgi ve barış içinde yaşaması için çok önemli. Bu konuşmanın özellikle çok sayıda bilim insanlarına ulaşması, onların bilimin ne için çalışması gerektiğini bir kere daha düşünmelerine yol açması bakımından önemli. Sadhguru’nun konuşmasını kelimesi kelimesine tercüme etmeye çalıştım. Ancak bazı kelime ve kavramları layıkıyla Türkçe’ye tercüme edememiş olabilirim. Aşağıda kaynak olarak videonun linkini verdim. Videoyu izlemenizi ve benim tercümemde yanlış olan yerleri düzeltmem için yorumunuzu yazmanızı rica ediyorum. Lütfen bu yazıyı siz de paylaşın ve insanlığın mutluluğu ve refahı için toplumsal bilincin iyi yönde yükselmesine katkıda bulunun.

Tercüme
[Fiziksel boyutun ötesine geçtiğinizde, mantığınız tamamen şimdiki çerçevesinin dışına çıkar. Çünkü diyalektik kültür içinde yaşadığımız için, aynı bilim farklı biçimlerde ifade edilmiştir. Hikayenin tamamını söylemeyeceğim. Bu çok uzun bir hikaye. Bu hikayeyi Dünya’nın en üst düzeydeki bilim insanlarından birine söyledim, ona açıkladım, bu böyle dedim, bu varlığın doğasıdır dedim. Bu Yogi Kanunundandır. Fakat bize şu söylenmiştir. “Bir şey ancak senin tarafından tecrübe edilinceye kadar ona inanma” Bu benim tecrübe ettiğim gerçekliktir. Bu şekilde giderseniz, bu vuku bulacaktır. Bu çok üst düzey bilim insanı ile konuştuğumda, bu böyle dedim. Bir grup bilim insanı vardı. Bunun benim içimde böyle olduğunu açıkladığımda, onlara ne düşündüklerini sordum. Dediler ki, “Sadhguru eğer söylediklerine bir matematiksel dayanak verebilirsen bu Nobel Ödülü alabilecek bir konu”.
“Bir matematiksel arka plan verebilir misin?” Dedim ki “Ben hiçbir zaman matematikle uğraşmam, söylediklerim benim için doğru ve benim bilgim beni şimdiki durumuma dönüştürdü ve o benim için doğrudur” Benim içimdeki her şey değişti, çünkü içimdeki bu boyuta temas ettim. Bunun için denklemlerle uğraşmak istemiyorum. Bu benim işim değil. Her neyse Nobel Ödülü falan almak da amacında değilim. Bunun için çok da utanmam.

Hikayeyi çok özet anlatacağım. Dolayısıyla içinde boşluklar olabilir. Eğer hikayenin tamamını anlatırsam içinde hiçbir boşluk olmaz. Bu mükemmel bir teori. Biz onu içimizde ispat ettik. O doğrudur. Fakat siz aynı şeyi ispat etmek için toprak altında 10 Milyar dolarlık bir sistem inşa etmek istiyorsunuz (ç.n CERN). Bu size kalmış bir şey. İstediğinizi yapın. Eğer bunun derinliklerine inmek istiyorsanız, kendi içinizde deneysel olarak ispat edebilirsiniz çünkü bu bütün evrenin yaratılışıyla tamamen aynı olarak yaratılır. Eğer bedeninize derinlemesine bakar ve nasıl yaratıldığını anlarsanız, evrenin nasıl yaratıldığı sonucunu çıkarırsınız. Şimdi bile bilim sadece sonuçların çıkarımlarında bulunmaktadır. Bugün modern bilim, evrenin sürekli genişlediğini ve sınırsız olduğunu kabul etmektedir. Sürekli genişleme bir yoga terimidir. Bilim insanları ona sınırsız evren demektedir. Eğer evren sınırsız ise, bir uçtan değer uca seyahat etmek ve onun doğasını keşfetmek imkansızdır. Evrenin doğasını keşfetmenin tek yolu insanın kendi içine dönmesi ve özünü keşfetmesiyle mümkün olabilir. Sabah bir muz yediğinizi düşünün, bu muz birkaç saat içinde hazmedilip sizin bedeninizin parçası oldu ve sizin bedeninize dönüştü. Yaratılışın kaynağı dışında bunu hiçbir şey başaramaz. Dolayısıyla eğer yaratılışın kaynağı burada içimizde ise, ve eğer yaratılış hakkında bir şeyler öğrenmek istiyorsanız, kendinize dönüp ona sormanız gerekmez mi? Danışmak için kendiniz en iyi varlık değil misiniz? Yaratılış hakkında en doğru bilgiyi öğrenmek istiyorsanız, danışmak için en iyi şey kendiniz değil misiniz? Bunun için evrene gitmek zorunda kalsaydınız, bu işten vazgeçerdiniz. Eğer o değerli bilgi burada içinizdeyse, neden ona danışmıyorsunuz? Kendinize danışmamanızın sebebi çok basit olarak kendi düşüncelerinizle büyülenmiş durumdasınız da ondan. Sanıyorsunuz ki, tüm evreni düşünceyle kavrayabilirsiniz. Bu aptalca bir yaklaşımdır. Bilimin hayatını sürdürmesinin ve kabul görmesinin tek sebebi vardır. O da teknolojidir. Bilim sürekli yeni teknolojiler üretmektedir. Eğer böyle olmasaydı, bilim insanları sürekli eski teorilerini konuşmaya devam ederlerdi. Durum böyle olunca da toplum harcadıkları büyük paralardan dolayı bilim insanlarını alaşağı ederlerdi. Bu geçmişte oldu, bilim insanlarının sadece kuru teorilerle zaman öldürdüklerinde toplum onları alaşağı etmiştir. Bilim fayda sağladığı sürece değerlidir. Bilim yaratılışın veya insanın özündeki gerçekliği şimdiki yaklaşımıyla çözemez bunu hiçbir yaman yapamaz çünkü bilim şu anda insan zekası (ç.n İngilizce intellect kelimesinin karşılığı olarak zeka kelimesi kullanılmıştır) ile yol almaktadır. Zeka bir araç olarak sadece araştırma ve inceleme metodunu kullanır. Zeka ile çalışmanın tek yolu bütünü parçalamaktan ibarettir. (ç.n modern bilim maddeyi kavramak için onu atomlarına, ve şimdilerde de atom altı parçacıklarına bölerek ilerlemektedir) Bir bilim insanına bir çiçek verip bu çiçek hakkında bir şeyler bulmasını isterseniz, bilim insanının yapacağı ilk şey çiçeği parçalarına ayırmaktır. Eğer bilim insanına seni gösterip senin hakkında bilimsel çalışma yapmasını isteseydim, o zaman seni parçalarına ayırmaya ve dokularını kesmeye başlardı. Bu çiçeği parçalarsanız bir çok parçaları hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Çiçeğin yapısını bilirsiniz, kimyasını bilirsiniz fakat onun ilahi güzelliğini ve tamlığını idrak edemezsiniz çünkü çiçek bitkinin kendini ifade etmesi sonucu elde ettiği doyumdur. Çiçek bitki için en yüce amaçtır. O hayatın çiçek açmasıdır. Eğer bu çiçeği parçalara ayırırsanız bu gerçeği idrak edemezsiniz ve yaratıcının bu çiçek üzerindeki elini anlayamazsınız. Eğer bu çiçeği kendinizden daha değerli bilirseniz ve bütün dikkatinizi onun üzerine odaklarsanız, onun içinde tüm evreni görürsünüz. Eğer çiçeği parçalarsanız, taç yapraklarını elde edersiniz, yeşil yapraklarını elde edersiniz, sapını dilimlere ayırırsınız ve sonra bu parçalardan nasıl faydalanabilirim diye düşünürsünüz.

Şu anda bilim evrendeki her şeyi kendi faydamız için nasıl kullanabiliriz diye çalışmaktadır. Modern bilimin yaklaşımı böyledir. Ormanda yürürken bir kaplan sizi görünce ne düşünür? “Ne kadar semiz bir akşam yemeği buldum” der. Kaplanın böyle düşünmesi normaldir, çünkü bu onun doğasıdır. Siz ormandaki ağaçları görünce ne düşünürsünüz? Bazılarınız “şu ağaçlardan ne güzel kereste olur” diye düşünür. (ç.n. çok azınız ağaçların güzelliği üzerine derin düşüncelere dalar) Bu yaklaşım insan için normal değildir. Şu anda bilimin geldiği nokta budur. Her şeyden nasıl faydalanabilirim diye düşünmektedir.

Bilim, gözle görülmeyen (ç.n elektron mikroskop ile dahi görülemeyen) atomdan dahi nasıl faydalanabiliriz diye düşünmüştür. (ç.n bilim insanları ve mühendisler sonunda atom bombasını yapmış ve ABD yönetimi Japonya’ya 2. Dünya savaşında atom bombası atarak yüzbinlerde insanı öldürmüştür.) Bilim insanları Higgs Bozonunu keşfetmiş, ancak ilk düşündükleri şey nasıl bozon bombası üretebiliriz olmuştur. Amaçları da bozon bombası ile insanları ve yapıları bir çırpıda yok etmekmiş. İnsanları tüfekle öldürüp sonra cesetlerle uğraşmak istemiyorlarmış. İnsanların ve yapıların bedenlerindeki atomların içindeki protonları birbiriyle çarpıştırıp hiçbir artık bırakmadan yok etmekmiş amaçları. Size ateş edip öldürmek veya yakarak öldürmek yerine hepten yok etmekmiş amaçları. Fakat onlar size, bozonun keşfinin birçok faydalı teknolojik sonuçları olacağı ve tıpta kullanılacağını söyleyecekler. “Bozonun keşfi ile bunları yapabileceğiz şunları yapabileceğiz” diyecekler. Evet evet bunları biliyorum. Bilim ve teknoloji ürünleri ile hayattan nasıl faydalanabilirim diye düşünerek ilerleyemezsiniz. Bu anlayışla her şeyiniz olur fakat hiçbir şeyiniz olmaz. İnsanlar her şeye sahipler fakat hayatı hissedemiyorlar.

İnsan ölümle yüz yüze geldiğinde bir an için düşünür, hayatta istediği her türlü maddi şeye sahip olduğunu fakat hayatın kendisini kaçırmış olduğunu anlar. “Hayattan ne alabilirim, hayattan ne alabilirim ?” diye düşünen insan sadece hayatını sürdürür, hayatı dolu dolu yaşayamaz. Ne zamanki “hayata ne verebilirim? “diye düşünürseniz o zaman hayatı yaşayabilirsiniz. Vermek sadece para veya maddi şeyler vermek değildir. Bir ağaca baktığınızda kendinizi tamamen ona nasıl verebildiğinizdir. Bu hayatı yoğun bir şekilde bilmektir. Eğer buraya oturur ve bu ağaçtan ne kadar para kazanabilirim diye hesap ederseniz, o zaman hayatı kaçırırsınız. Tamamen.

Bana sorarsanız, sizin hayatınızı engelleyen böyle bir bilim sınırlandırılmalıdır. Bu sözlerim üzerine insanlar çıkıp Twitter’da tweet atacak ve diyecekler ki “Sadhguru bilimsel çalışmalara karşı”. Benim dediğim şu. Bilimsel çalışmalardaki temel dürtü olan bu “bu çalışmalar sonunda ne kadar kazanabiliriz” anlayışı biraz kontrol altına alınmalıdır, yoksa insanlar her şeye sahip olacak fakat hiçbir şeye sahip olamayacak. Eğer deneyimleriniz böyle olursa o zaman her şeyi yakıp yıkarsınız. Bilimin şimdiki yaklaşımı sürmeye devam ederse, bir zaman sonra gezegenimiz yaşanmaz duruma gelecektir. Başka gezegenlere taşınıp orada yaşamaya devam etsek bile bu yanlış anlayışı sürdürmeye devam edersek oraları da yaşanmaz hale getiririz.

Hayatı kolaylaştırmak ve yaşamı sürdürebilmek için fiziksel bilimler gereklidir, ancak eğer bilim insanları çalışmalarına finansör olan efendilerinin istekleri doğrultusunda bilim yapmaya devam ederlerse yanlış yolda olacaklardır. Eğer iş insanları sponsorluk yapıyorsa daha çok kar nasıl elde edebilirim diyeceklerdir. Eğer hükümetler sponsorluk yapıyorlarsa, daha güçlü ve yıkıcı silahlar nasıl üretilebilir diyeceklerdir. Şunu iyi anlamanız lazım. Son teknoloji ürünler hep silah sanayinde olmaktadır. Daha sonra insanlığın faydasına diğer alanlarda kullanılmaktadır.

Bu lanet olası Higgs Bozonu sonunda iyi bir şey yaptı. Tüm Dünya parçacık fiziğini konuşmaya başladı. Bunu beğeniyorum. Bu güzel. (ç.n 10 Aralık 2013 tarihinde Peter Higgs ve François Englert bu keşifleri sebebiyle Nobel Ödülü kazanmışlardır.) Fakat biliyor musunuz, bu keşfin matematiksel temellerini bir Hintli olan Boson atmıştır. Boson, Albert Einstein ile birlikte çalışmış ve Tanrı Parçacığının keşfinde çok önemli katkıları olmuştur.  Albert Einstein demiştir ki, “ Hintli matematikçilerin keşifleri olmasaydı, batılı bilim insanları bir adım bile ileri gidemezlerdi”.  Matematiğin temelleri hep doğudan atılmıştır. Doğu kültüründe doğa hep “tabiat ana” olarak görülmüştür. Doğu kültüründe doğanın sömürülmesi anlayışı yoktur. “Sadece ihtiyacın kadarını al, daha fazlası değil” anlayışı hakimdir. Bu tutum sebebiyle bilimin sonuçları doğayı sömürmeye yönelik teknolojiye dönüştürülmemelidir. Teknoloji doğaya zarar vermeyecek şekilde kontrol altında tutulmalıdır. Aksi halde lanet olası o Bozon insanlığın sonu olacaktır.]

Çeviren: Galip Turpan
Kaynak: Sadhguru, Tanrı Parçacığı – Higgs Boson


17 Ocak 2020

Doğru Beslenme Sanatı

17 Ocak 2020, 22:03
Ankara

Merhaba değerli okuyucularım. Bu akşam size doğru beslenme alışkanlığı hakkında değerli hocam Sadhguru’nun düşüncelerini aktarmak istiyorum.

Bir önceki yazımda bedenimizin yüzde 72’sini oluşturan suyun beslenmemizdeki öneminden ve doğal kaynak suyu içmenin gerekliliğinden bahsetmiştim. Bu yazımda bedenimizin yüzde 12’sini oluşturan toprak elementinden yani gıdalarımızdan bahsedeceğim. Toprak elementi diyorum, çünkü şöyle bir düşünürseniz gıdalarımız ister bitkisel olsun ister hayvansal olsun topraktan gelmektedir. Yediğimiz sebzeler ve meyveler topraktan gelmektedir. Yediğimiz kırmızı et, beyaz et ve su ürünleri de yine toprak elementinin eseridir.

Şimdi gelelim doğru beslenme sanatına. Büyük mistik ve mürşit Sadhguru hocam doğru ve sağlıklı beslenmek için sebze ve meyve esaslı bir diyet uygulamamız gerektiğini öğütlüyor. Taze sebze ve meyvelerin bedenimiz için çok değerli olduğunu söylüyor. Et yemenin ise sindirim sistemi için çok büyük yük getirdiğini, mide ve bağırsaklarımızın eti hazmetmek için çok enerji harcadığını ve sonuçta bedenimizde toksinlerin biriktiğini ve toksinlerin hastalık getirdiğini söylemektedir.
Sadhguru, hayvanların özellikle memeli hayvanların insanlara yakın duygulu canlılar olduğunu ve kesilmesi sırasında çektikleri korku ve acı sebebiyle hücrelerinde, dokularında negatif enerji ve toksinler ürettiklerini, ve bizim bu etleri yememiz halinde faydadan çok zarar alacağımızı söylemektedir.

Su ürünlerinin (balık vb.) ölümünün çok daha kolay gerçekleştiğini ve duygu düzeylerinin memeli hayvanlar kadar yüksek olmadığını ve yenmesinde sakınca olmadığını söylemektedir.

Doğru beslenme sanatının bir başka inceliği de; iki öğün arasında en az 8 saat boşluk olması gerektiğidir. Değerli hocam Sadhguru’nun tavsiyesine uydum ve günde 2 öğün yemeğe başladım. Sabah kahvaltımı 9:00’da yapıyorum. Akşam yemeğimi 18:00’de yiyorum. İçecekler konusuna gelince. Sadhguru, susadığınız zaman canınızın çektiği kadar su için aşırıya kaçmayın diyor. Son yıllarda bir çok doktorun tavsiye ettiği gibi günde 2-3 Lt su içmek çok yanlış. Canınızın istediğinden fazla su içmek bedeni zehirliyor. Bunu kendimden biliyorum. Zorla biraz fazla su içtiğimde ağzımın tadının bozulduğunu hissediyorum.

Yemekten sonra ise kesinlikle koltukta kaykılarak oturmak veya uzanmak doğru değil. Koltuğunuzda veya sedirinizde dik vaziyette oturmanız gerekiyor.

Hepinize sağlıklı günlen dilerim. Sevgiyle kalın.

Kaynak: Sadhguru’nun konferansları.

11 Ocak 2020

Kendini Bilmek-1


11 Ocak 2020, 14:16
Ankara

Merhaba değerli okuyucularım 2020 yılının bu ilk yazımda size kendimizi bilmenin birinci aşaması olan fiziksel bedenimizi oluşturan elementlerden bahsedeceğim.
Mistisizm doğudan gelmez, insanın içinden doğar. Mistik süreçlerin araştırmasına, içimizdeki 5 elementin ne olduğunu ve hayatımız için önemini kavramakla işe başlamak gereklidir. Bedenimiz, toprak, evren ve kozmos hepsi 5 elementin ilahi dansından başka bir şey değildir. Bedenimizin bileşimi şöyledir.

Bedenimizin yüzde 72’si su, yaklaşık olarak yüzde 12’si toprak, yüzde 6’sı hava, yüzde 4’ü ateş ve geri kalanı eter’dir. Bedenimizi oluşturan bu 5 elementin davranışı hayatımızın akışını belirlemektedir. Bedenimizdeki ve zihnimizdeki fizyolojik ve psikolojik süreçler hayatımızı kontrol etmektedir.

Fizyolojimizde ve psikolojimizde birikmiş toksinleri temizlemek için yukarıda sözünü ettiğim 5 elementi temizlememiz gerekmektedir.

Günümüzde suyun hafızasının olduğu anlaşılmıştır. Suyun etrafında olup bitenler bir şekilde su moleküllerinde kaydedilmektedir. Japon bilim adamı Dr. Masaru Emoto’nun su ile yaptığı deneyler çok ilginçtir. Suya klasik müzik dinlettikten sonra suyu dondurmuş ve buz kristallerinin fotoğrafını çekmiş ve görmüştür ki, kristaller çok güzel biçimdedir. Rock müzik dinlettikten sonra bu kristallerinin biçimsiz olduğunu görmüştür. Aynı şekilde suya sevgi ile muhabbetle hitap edildiğinde buz kristalleri güzel biçimler almakta, öfkeli şiddet dolu sözler dinletince buz kristallerinin biçimsiz oldukları gözlemlenmiştir. Suyun sıvı bir bilgisayar gibi olduğu değerlendirmesi yapılmaktadır. Dolayısıyla içtiğimiz suya nasıl yaklaştığımız ona nasıl değer verdiğimize bağlı olarak su moleküllerinin titreşimi değişmektedir. Bedenimizin yüzde 72’sini oluşturan suya verdiğimiz önem ona duyduğumuz sevgi ve saygı bedensel sağlığımız ve dolayısıyla ruhsal sağlığımız için çok önemlidir. Bu sebeple atalarımızdan gelen bir gelenek olarak su içmeden önce besmele çekmek suyun kalitesini ve titreşimini artırmakta ve bedenimize daha faydalı olmasını sağlamaktadır. Sonuç olarak, doğal kaynak suyu tüketmekle beraber suya pozitif düşüncelerle yaklaşmak, bedenimizi temizlemenin ön şartlarından biridir.

Üzerinde yürüdüğümüz toprağın da belirli bir zekası ve hafızası vardır. Betonarme yığınları içinde yaşayan günümüz insanının eskiye göre daha çok doğaya çıkması ve toprağa dokunması gerekmektedir. Her hafta sonu, yapamıyorsanız iki haftada bir eşiniz ve çocuklarınızı alıp bir parka, bir dere kenarına, göl kenarına gidin ve toprağa dokunun, çıplak ayakla toprak üstünde en az 10 dakika yürüyün. Bedeninizdeki toprak elementini yerdeki toprakla birleştirin, olumsuz elektriği topraklayın. Bedeninizde belli bir fizyolojik uyumlama süreci yaşadığınızı hissedeceksiniz. Varsa bahçenizde, yoksa yol kenarındaki bir parkta ağaçlara, bitkilere dokunun onları sevin, çünkü biz ve bu Dünya üzerindeki her canlı o topraktan yaratıldık. Büyük ozanımız Aşık Veysel’in dediği gibi toprak bizim sadık yârimizdir.

Hava bedenimizin yüzde 6’sını oluşturmaktadır ve çok önemli bir elementtir çünkü hava bedenimizde en hızlı yer değiştiren maddedir. Her nefes alışverişimizde dışarıdan temiz havayı almakta ve kirli havayı dışarı atmaktayız. Nefes alıp vermek çok önemlidir, ancak bundan daha önemlisi nasıl hava alıp verdiğimiz ve hangi farkındalıkla nefes alıp verdiğimizdir. Eğer büyük bir şehirde yaşıyorsanız, aldığınız havanın temizliği sizin elinizde değildir. Eğer kirli hava soluyorsanız, çocuklarınızla beraber haftada bir yakın bir parka, dere kenarına, göl kenarına gidin ve derin derin temiz hava soluyun. Göreceksiniz bedeniniz temiz havanın farkına vardıkça çok daha farklı titreşecektir, mutlu olacaktır.

Ateş bedenimizin yüzde 4’ünü teşkil etmektedir. Bedenimizde ne çeşit ateş yanmaktadır? İçinizde hangi duyguları taşıyorsunuz? Öfke, kızgınlık, nefret, pişmanlık, kıskançlık, korku, şehvet vb. alt seviyeli olumsuz titreşimler mi var, yoksa sevgi, merhamet, şefkat, huzur, ruhsal tatmin, vb. üst seviyeli olumlu titreşimler mi taşıyorsunuz içinizde? İşte bu duyguların ateşi yanıyor demektir içinizde. İçinizdeki ateşi doğanın ateşi ile dengelemek ve uyumlamak için her gün Güneş ışığı alın. Güneş ışığı dışında havayı, suyu ve toprağı kirlettik. Kirlenmeyen sadece Güneş ışığı kaldı. Güneşe yüzünüzü ve arkanızı dönün, ellerinizi dua eder gibi açın ve 3 er dakika öylece bekleyin. Güneş ışığı alamadığınız günlerde, eğer kış ayındaysanız ve şanslıysanız şöminenizin veya sobayla ısınıyorsanız sobanızın yanına yaklaşın, yüzünüzü ve bedeninizin önünü ve arkanızı ateşten istifade edin. Şöminesi veya sobası olanlar bilir, ateşin sıcaklığının verdiği güzel duygu ve titreşim insana huzur verir. Bunların hiçbirine sahip değilseniz, bir mum yakın ve bedeninizin önünü ve arkasını muma dönün 3 er dakika kadar bekleyin. Böylece bedeninizdeki ateşi doğanın ateşi ile uyumlamış olacaksınız.

Beşinci ve en pahalı element eter (akash) dir. Eter belirli bir zekaya sahiptir. Bedenimizdeki bu eter nasıl davranırsa, hayatımız öyle şekillenir. Eter sınırsızdır ve bu elemente ne kadar nüfuz edebilirsek hayatı o kadar çok mutlu ve tatmin edici olarak yaşarız. Etere erişmek için sabah Güneş doğumundan sonra Güneş ufuk ile 30 derece açı yaptığında avuç içlerinizi alnınızın önünde birleştirin ve etere saygıyla eğilin. Gün içinde aynı şeyi yapın. Güneş battıktan 40 dakika sonra aynı şeyi yapın. Bunu yaparken Güneşe eğilmiyorsunuz, içinizdeki ve sizi çevreleyen etere saygınızı gösteriyorsunuz. Bunu yaparken eterin zekası bedeninizi kaplayacak ve hayatınızı buna göre değiştirecektir.

Sevgiyle kalın, sağlıkla kalın.
[Galip Turpan]

Kaynak: Sadguru, 5 Minutes For Inner Exploration


BU YUNUS EMRE DENEN ŞAHIS ARTIK ÇOK OLUYOR

BU YUNUS EMRE DENEN ŞAHIS ARTIK ÇOK OLUYOR (Ömer Sami Ayçiçek. Araştırmacı-Yazar) Bu, Yunus Emre denen şahıs artık çok oluyor! Ben bu veli z...