08 Kasım 2008

Hangisi Gerçek?

14 ekim 2008, Salı
07:00, Bucak, Burdur

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla ...

Gerçeği, hakikatı arayan ey benim sevgili kardeşim !

Gerçeği dışarda arama kendinde ara, orda burda şurda değil, kendi Özünde ara. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” demiş Atatürk. Seninde mürşidin hakiki ilim olsun. Hakiki ilimden neyi kastediyorsun, dersen?. Onu da bana sorma, kendi Özünde ara, bul. Çünkü hakiki ilim öyle bir ilimki, onun objesi sensin, nesnesi sensin, laboratuvarı sensin.

Yunus Emre’min dediği gibi, “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendin bilmez isen... Bu nice okumaktır”.

Sevgili kardeşim, en büyük ilim kendini bilmektir. Allah (c.c), Kur’an Kerim’inde diyorki, “Ben size, sizden yakınım”. Onu gökte, yerde, Kabe’de uzaklarda arama, o senin kalbindedir. Sen yeterki kalbini yumuşat.

Sevgili öğretmenim, Swami Muktananda “Nereye Gidiyorsun” adlı eserinde diyorki, “Tanrı, senin içinde Öz olarak yerleşiktir. Sen dünyayı, hayatı sadece uyanıkken sana göründüğü haliyle biliyorsun. Onun ötesinde yatan hakikati bilmiyorsun, her gece rüyanda sıradan deneyimlerinin ötesinde farklı bir dünya deneyimlediğin halde. Sen uyanıkken, çevrende gördüğün her neyse senin için gerçek. Fakat, uykuya daldığında ve rüya gördüğünde, uyanıkken deneyimlediğin dünya, hayat kaybolur gider, onun yerine rüyalar alemi gerçek olur.”
Sana, Swami Muktananda hocamın, “Nereye Gidiyorsun ?” adlı eserinden bir hikaye aktarayım.

“Hindistanda eski çağlarda, Janaka isminde bir kral varmış. Bu kral aynı zamanda çok bilge bir kişiymiş. Birgün öğle yemeğinden sonra, çiçeklerle bezenmiş yatağında şöyle biraz kestirmek için uzanmış ve uyuya kalmış. Hizmetçileri ellerinde yelpazelerle onu serinletiyor, muhafızları kapıda nöbet tıutuyormuş. Janaka uyuyunca, komşu ülkenin kralının kendi ülkesine saldırdığını ve savaş meydanında onu yendiğini görmüş. Muzaffer kral, Janaka’ya hür olduğunu ve krallığını, sarayını terkedip istediği yere gidebileceğini söylemiş. Savaştan yorgun, bitkin çıkan Janaka krallığını terkedip yollara düşmüş. Kısa süre sonra aç kalmış. Sağa sola dolaşırken, bir mısır tarlasına rastgelmiş ve iki mısır koçanı koparmış ve yemeye başlamış. Tam o sırada tarlanın sahibi çıkagelmiş ve kendi mısırları ile karnını doyuran bu yabancıyı görmüş. Hemen kamçısını çıkarıp, kralı fena halde kamçılamış. Bu kamçı darbelerini yer yemez, Janaka uyanmış. Yerine oturmuş ve bakmışki kendi yatağında duruyor, ve hizmetçileri onu yelpazeleri ile serinletmeye devam ediyor, muhafızları nöbette hazır bekliyorlar. Rahatlayan kral tekrar yatağına uzanmış ve gözlerini kapatmış. Bir süre sonra kensisini tekrar mısır tarlasında ve çiftçi tarafından dövüldüğünü görmüş. Gözlerini açmış ve bakmışki hala yatağında yatıyor. O zaman merak etmeye başlamış. “Bunlardan hangisi gerçek, rüyadakiler mi, yoksa şimdi gördüklerim mi?, buna bir cevap bulmam lazım”.

Bütün krallığa haber salmış ve bütün büyük din adamlarını, bilim adamlarını, azizleri, ermişleri, kahinleri, mucitleri hepsini saraya gelmelerini ve bu soruya cevap vermelerini emretmiş.

Hepsi sarayda toplandıklarında, onlara sormuş. “Söyleyin bana, hangisi gerçek, uyanıklık halimi, rüya halimi?” Fakat hiçbiri soruya nasıl cevap vereceklerini bilememiş. Rüya haline gerçek deseler, uyanıklık haline sahte demiş olacaklar. Uyanıklık haline gerçek deseler, rüya haline sahte demiş olacaklar.

Kral çok kızmış ve “Hepinizi yıllardır besliyorum” demiş. “Basit bir soruma cevap veremediniz. Tek yaptığınız yemek ve şişmanlamak” Hepsinin krallığın zindanına atılmasını emretmiş. Sonra bu sorunun yazılıp krallığın dört bir yanında halka açık yerlerde asılmasını ve duyurulmasını söylemiş.

“Şu durumlardan hangisi gerçektir? Rüya mı, uyanıklık mı? Her kim bu sorunun cevabını biliyorsa sarayıma gelsin ve bana açıklasın”

Çok günler geçmiş. Kahinlerden birinin Ashtavakra adında bir oğlu varmış. Bu isim, sekiz yerinden deforme anlamına geliyormuş. Çünkü Ashtavakra tamamen eğri büğrü bir bedenle dünyaya gelmiş. Bir gün, Ashtavakra annesine sormuş, “babam nerede?” Annesi de cevap vermiş. “Kralın hapishanesinde”. “Neden bir şeymi çaldı?” demiş, Ashtavakra. Annesi, “hayır” demiş, “Kralın sorusuna cevap veremedi, dolayısıyla hapsaneye atıldı” “Bu soruya ben cevap verebilirim” dedi, Ashtavakra ve doğruca kralın sarayına gitti.

Sarayın dışında kocaman bir davul vardı ve yanında da bir yazı. “Her kimki kralın sorusuna cevap vermek ister, davula vursun” Ashtavakra davula vurdu. Sarayın kapısı açıldı ve kralın kabul salonuna alındı. Vezirler, Ashtavakra’yı kabul salonunda yürürken gördüklerinde hepside gülmeye başladılar. Bütün krallığın alimleri cevap verememişken, bu biçimsiz çocuğun kralın sorusuna cevap verebileceğini düşünmesi, onları eğlendiriyordu. Ashtavakra onları görünce, o da gülmeye başladı.

Kral sordu, “Vezirler gülüyor, çünkü o kadar garip ve komik yürüyorsun ki, ve ayrıca çok gençsin. Fakat bana söyle, sen niye gülüyorsun?” Ashtavakra cevap verdi, “Majesteleri, siz ve vezirlerinizin aydınlanmış insanlar olduğunuzu duymuştum, fakat şimdi görüyorum ki çok aptalmışsınız. Siz benim bedenimin biçimsizliğine gülüyorsunuz, ki o sadece deri ve kemikten ibarettir. Bütün bedenler aynı beş elementten yapılmıştır. Eğer bana Öz açısından bakmış olsaydınız, Özün herkeste aynı olduğunu ve gülecek bir şeyin olmadığını görürdünüz. Ve, sorunuza gelince, Ey kral, ne uyanıklık durumu ne de rüya gerçektir. Uyanık olduğun zaman, rüya alemi gerçek değildir ve rüya gördüğünde uyanıklık alemi gerçek değildir. Dolayısıyla, hiçbiride gerçek olamaz.”

Kral sordu “Eğer her ikiside, uyanıklık ve rüya, gerçek değilse, gerçek olan ne?”

“Uyanıklık ve rüyanın ötesinde bir durum daha vardır” diye cevapladı Ashtavakra. “Onu keşfet, sadece o gerçektir.”

Herkesin kendi Özündeki gerçeği bulması dileklerimle... Galip Turpan

04 Kasım 2008

Serçe Kuşları ve Sivri sinek

10.10.2008, Cuma
07:00, Bucak

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla ...

Sevgilim günaydın, bu sabah serçe kuşları uyandırdı. Serçe kuşlarının cıvıltıları ruhuma neşe veriyor. Sesleri azaldı., tek tük cıvıldaşıyorlar şimdi. Sabah 06:30’da kalktığımda bütün güçleriyle, birbirleriyle yarışırcasına ötüşüp duruyorlardı. Güneşin doğuşunu sevinçle bekliyorlar, bak şimdi sustular gibi, arada bir ikisi cik cik diyor. Güneş doğunca susuyorlar herhalde. Demekki, her gün güneşin doğumasına yarım saat kala günün başlangıcını neşeli şarkılarla karşılıyorlar.

Sevgilim, serçe kuşlarını anladık da, sivri sinek ne alaka, diye düşünüyorsun değilmi? Bu gece odamdaki bir sivrisinek gece yarısı 02:00’den beri beni uyutmadı. Uykusuz bıraktı beni bütün gece. Ona, gece yarısı kalktığımda çok kızmıştım. “Allah’ın belası musibet mahluk, beni uyutmadın” demiştim. Ancak şöyle sıcak güzel bir duş alıp, dört rekat şükür namazı kıldıktan sonra, tekrar düşündüğümde haksızlık etmişim o küçük yaratığa. Sevgilim biliyormusun, biraz önce serçelerin güneşin doğuşunu kutlayışını sana anlatırken, sivri sinek sağ kulağıma vızıldayıp, kendini hatırlatıp gitti.

Her sabah güneşi doğudan yükselten, serçeyi cıvıltatan, sivrisineği vızıldatan, yüce Allah’ım senin ilmin ne yücedir. Hamd olsun verdiğin nimetlere, sağlık ve afiyete. Bu mübarek günde, bu düşünceleri zihnimde yaratan, bu yazıları yazan akıla ve ele, gören göze hamd olsun. Amin. Galip Turpan

BU YUNUS EMRE DENEN ŞAHIS ARTIK ÇOK OLUYOR

BU YUNUS EMRE DENEN ŞAHIS ARTIK ÇOK OLUYOR (Ömer Sami Ayçiçek. Araştırmacı-Yazar) Bu, Yunus Emre denen şahıs artık çok oluyor! Ben bu veli z...